15 Temmuz 2013 Pazartesi

Turuncu


Bu aptal şarkı hatırlattı seni bana. Geçmişi kurcalıyorum yine, verdiğim sözlere benden kocaman bir affola. Başlıyorum o halde.

Neden bilmem, üzüldüğünü düşündüm gittiğim için. Giden sendin aslında. Kafamda oturmayan şeyler var Merve, mantık sınırlarını zorlamış bir insan olarak ben, ölmüş bir çocuğa can verme çabalarından ziyade o çocuğu tanımaya çalışıyorum oturup. Üç buçuk koca ayın üzerine, oturdum yazıyorum yine. Bana yaptığın makarnaları hatırlıyorum, salçalı olanları. Duştan çıkıp, yanıma gelip "Nerede benim öpücüğüm?" diye yaptığın tatlı şımarıklıkları. Benim yanımda benim omzum ağrırken huzurlu uyuyuşlarını, mırıldanışlarını, uyanma esnasında benim yapmam gereken ama senin yaptığın saçma sapan konuşmalarını. Koridorda durup durup bana sarılışlarını. Yolda yürürken Ankara'nın sömüren soğuğunda gizli gizli montumun cebinden elimi tutuşlarını. Gülümseyen yüzünü. İnce kahkahalarını. Sonra durdum ve dedim ki, "Hiç mi üzülmedi bu kadın?" "Hiç mi sorgulamadı davranışlarımı, hiç mi hatırlamadı bir ay boyunca bizi diriltmeye çabalayışlarımı?". Sonra kendi gözümde bir tablo çizdim kendime, kendimi biraz mutlu etmek adına. Tabloyu çizeceğim şimdi sana.

Dalga geçtiğimi sandığının aksine, biraz kilo almış bir halde oturuyorsun bir zamanlar televizyonun olduğu o sehpahanın karşısındaki kırık koltukta. Gözünde o dışarıda takmayı reddettiğin kahverengi çerçeveli gözlüklerin var. Yanında ders notların. Hani bir kere ders çalışmaya çalışmıştın ya ben sizin evinizdeyken, o halinin masumluğu gitmiyor hiç gözümün önünden. O haldesin işte, kollarını sıvamışsın yine, Mümtaz'ın t-shirtünü kolsuz yapmışsın yani. Makyajın varmış bir buçuk gün önce, akmış biraz. Kirpiklerin rimelli, hep olduğu gibi. Tırnakların yenmiş hafif, çok ayıp Merve, yemezdin tırnaklarını sen hiç. Sehpahada salçalı makarna kalıntıları var. Yalnızsın. Beni düşünüyorsun, o koltuğa sığıma çabalarımızı hatırlıyorsun, ilk kez beraber uyuduğumuz o yere bakıyorsun sonra. Dizinde uyuklamalarımı anımsıyorsun. Hafifçe tebessüm ediyorsun sonra. Lanet ediyorsun bana, verdiğim sözü nasıl tutamadığımı anlamaya çalışıyorsun. Üzülüyorsun be kadın.. Üzülmeni hiç istemediğim kadar üzülüyorsun. Koridor aklına geliyor sonra. Şapşallıkların, aptallıklarım. Geçirdiğimiz o koca altı ayı anımsıyorsun. Sonra yine sinirleniyorsun bana. Gözlerin doluyor. Sonra Deniz arıyor seni, hadi dışarı çıkalım diye, reddetmiyorsun. Kafan ne kadar doluysa dostluklarınla, o kadar mutlu oluyorsun çünkü. Benzersiz iyi bir kalbe sahip, benzersiz bir arkadaşsın sen çünkü.

Sanırım arkadaşlığımızı özledim. Bana daima şefkatle bakan gözlerini, daima teselli bulabildiğim kollarını özledim. En çok da seninle konuşabilmeyi özledim kadın. Merak ediyorum, o son zamanlarda sık gittiğin Passage'da benimle dinlediğin, beraber dans ettiğimiz parçalar aklına gelince hüzünleniyor musun ? Yoksa aklına bile gelmiyor muyum... Senden biz söz istemiştim, ben ne yaparsam yapayım, bu ilişki ne kadar kötü biterse bitsin, lütfen bir daha Bulut'la konuşma, aranızda bir ilişki gelişmesin diye. Sen de tamam demiştin. Görüyorum ki, o sözü tutmamışsın. Hakkım olmayarak kızıyorum elbette. Huyum bu, bilirsin. Her şeyi kontrol etmeye çalışırım kendimce.

Dün ayrıldığımızdan beri ilk kez fotoğraflarımıza baktım. Yorgun bir huzur varmış gözlerimde. Akıntının hızından ötürü yorulmuşum ama huzur veriyormuş bana bu yorgunluk. Sen, evindeymişsin. Evini senden aldığım için özür dilerim.. Ama çok değiştim, çok değiştirdin evini be kadın. Benden gittiğinde kokum bile aynı değildi ki..

Üzülüyorum Merve. Özlüyorum. Ama umudum var, bir gün geçecek bunlar. Bir gün söylediğim şeyleri, yaptığım şeylerin nedenlerini anlayacaksın. Ve kaybolacak içindeki kara bulutlar.

İyi kalmanı istiyorum. Lütfen, hep iyi kal...

13 Mayıs 2013 Pazartesi

Uçurtma

Neden burayı tercih ettim bilinmez. Neden yazıyorum gayet iyi biliyorum ama.
İnsan kurcalamamalı geçmişini. Bir şeyi öldürüp gömüyorsan, hala orada mı diye bakmamalısın asla. Ölüler kalıntı bırakır. Çürüyen etler kokar. Ve üzerinden çok çok uzun zaman geçmediği sürece, geçmişin cesetleri daima bıraktığımızdan daha kötü halde karşımıza çıkar, zamanı kurcalarsak elbette.

Bırakmaya çalıştığım bir alışkanlık bu benim için. Eski fotoğraflara bakmak, eski insanları araştırmak, eskiyi tekrardan dile getirerek canlandırmak. Neden bunu yapıyorum bilmiyorum. Neden tutunmak değil de, hatırlama ihtiyacı hissediyorum bilmiyorum. "Never forgive, never forget." değil benimkisi. Tam aksine, daima affeden ve hatam olduğunda af dileyen oldum ben. Vicdanım hep sağ tuttu belki de geçmişi ama yapmamalıydı. Nitekim yine, vicdanım ve birkaç tesadüf dolayısı ile oturdum yazıyorum bunları.

Merve. Evet, konumuz bu. Kalp niyetine elli gram çelik taşıdığımı düşündüğüm bir esnada çıktın karşıma. Belki de tam "kaptırmalık"tın o an. Belki de kapılmayı çok istedim sana ve bu iki ihtimalden biri ya da her ikisi de benim sana karşı bir şeyler hissetmemi sağlamayı başardı. Kapıldım. Sonra da sen bana kapıldın tabii, egosu son iki senedir yeryüzünü bile göremeyen bir varlık olarak, o tabii ekini kullanacağım kendi affıma sığınarak. Başlarda iyiydi, "fazla iyi" değildi hiç ama iyiydi, "miserable life of mine" diye tanımladığım hayatın "bright side"larının görünürlüğü artıyordu an be an. Çok fazla vakit geçirdim seninle. Çok fazla vakit geçirdin benimle. Birbirimizin hayatlarına dahil olma çabamız takdire şayendi açıkçası. Ben sen olmaya çalıştım daimi copycatliğimle, sen de bana alışmaya çalıştın haliyle. İlişkinin doğal süreci değildi ama, kurduğumuz münasebetin gidişatı böyleydi. Mutlu oldum, mutlu ettim. Güven verdim, korudum bunların karşılığında da. Ama nasıl İsa bileklerinden çivilendiyse çarmıha, ben de ayaklarıma çakılmış gerçeklerle, mutluluktan uçan sana bakıyordum yeryüzünden. Haksızlık etmeyeceğim. Gözümü kapatan perde tamamen kalktıktan sonra yazmayı tercih ettim bunları ki tamamen gerçek olsun. Çok saf, çok kırılgandın. Diyorum ya, korudum, korumak istedim, o ufacık canına can katayım da bir daha korkma istedim. Ama belli bir noktadan sonra fazla yükseldin be kadın. O kadar fazla yükseldin ki beni unuttun, yüzümü, annemi, babamı, saçımı, bakışımı... benimle alakalı her şeyi unutmuş gibiydin. Beni tanımayan birini mutlu edemeyeceğim gerçeğiyle yüzleşince ise ben, seni yavaş yavaş aşağı indirmeyi denedim. Üç yaşındaki çocukların şımarıklığıyla geri geldin bana. Yukarıyı geri istedin. Seni her ne kadar yükseltmek istesem de tekrar, bunu yapamayacağımı anladım çünkü senin istediğin şey benim ipimle uçmak değil, yalnızca uçmaktı. Öyle ya da böyle, bu "münasebet" bittiğinde aynı değildik ikimizde. Ben seni beklerken o açık alanda, kararmıştım biraz güneşin altında. Sen de biraz fazla hafiflemiştin Bulut'ların koynunda. Ne oldu peki ? Bitti. Bittik. İpler koptu, yollar ayrıldı, eşyalar verildi, alındı (JACK DANIELS'IMI GERİ İSTİYORUM) ve yine, iki ayrı insan olarak yürümeye başladık yollarda. Sen kızgındın, ben kızgındım, birbirimize kızgındık ve senden FARKLI olarak ben kendime de kızgındım. Geçen 6 ay gidemiyordu benden, kabullenemiyordum, bir kez daha baştan başlama düşüncesi beni çok yoruyordu, korkutuyordu, ıslatıp ıslatıp vuruyordu ve işin acısı ben buna "aşk" diyordum. Güney'den söz etmeyeceğim. Her ne kadar sen konu ile çok fazla alakalı olduğunu düşünsen de. Kadın. Hiçbirimiz, masum değiliz. Hiç kimse, sırf haklı çıkacak diye kendi duygularını başkalarının önüne koymamalı. "Sen şununla konuştun, bununla şunu ettin, onunla bunu yaptın." demek bir yere getirmek hiç kimseyi. Ben söyledim, ben seni hiç suçlamadım. Ama, gözlerimi kapatıp açtığımda sen yoktun. O "aşk" yoktu. Sadece, karaydım. Kendi tabirim ve kabullenmişliğimle yeni yeni kabul ettiğim ikinci kişiydim, yani buzdum(maviydim). Keşke gelmeseydin demem. Keşke gitmeseydin de demem ama. Keşke demem ben kadın. Sinirliyken boş konuşurum ama aklım yerindeyken keşke diyemem. O kelimeyi harcayacak olsam boş gönül işlerine değil, babaanneme harcardım "Ah be annem keşke ölmeseydin." diye. Her yazım babaannem, ne güzel. Ruhu şad olsun.

Her neyse, toparlayalım artık. Çok üzgünüm, çok üzülüyorum seni düşününce. Çok fazla aklıma gelmiyorsun, getirmiyorum seni çünkü bir parça kızgınım hâlâ. Lakin, düşüncelerinde kötü olmak, senin kelimelerinde "tam da düşündüğün gibi biri olmam" üzüyor beni. O altı ayı hiçe sayman üzüyor beni. Yalnızlığımı paylaştığım biri olarak, elbette özlüyorum ve özleyeceğim seni. Ve bir gün, gülmek istersen bana, bekliyor olacağım ki dudağının kenarından sarkmasın mutluluk. Yukarı kaldırsın daima. Uçmak yakışıyordu sana.

23 Aralık 2012 Pazar

Ellerinde yalan papatyalar.

Mürekkebi dağılan mektuplar ve patlamış ampuller. KARANLIK YÜKSELİRKEN ELLERİMDEN TUTAN KİMSE YOKTU diye çığlık attı.

 Topraklar kurudu. Nehirler gökyüzüne karıştı, bütün kurumuş yapraklar deniz kenarlarındaki banklarda sevişti. İnlediler. Çığlıkları kıyameti kopardı.

"Kafam çok karışık." diye mırıldandı kendi kafasının içindeki adam. Adamı iki parmağı arasında ezip mora boyadı sonra. Kafası çok karışıktı, gözyaşları bile suratını çatlatıyordu.

Kadın kırmızı bere takıyordu.

18 Haziran 2011 Cumartesi

Tanrı yardımcım olsun. Biri kalbimdeki değişimi durdursun, yalvarırım.

7 Haziran 2011 Salı

Git !

Gözyaşları içinde bir şeyler içtim, gözyaşları içinde bir şeyler söyledim ve yine gözyaşları içinde bu yazıyı yazıyorum.

Ellerime sık bakar oldum. Belki de o çok fazla tutamadığı için yarım kalmış gibi görünüyorlar bana. Belki de sürekli yumruklarımı sıkmaktan kırış buruş geliyorlar gözüme. Belki de şu an avuçlarıma damlayan damlalar yüzünden bu kadar ilginçler.

Bu gece çok konuştum. Ben içtikçe karardı kadeh. İçki ise kanım kadar karaydı. Gün yine yarım kaldı, güneş yine sönük doğacak gözlerime ve ben gülmeyeceğim. Bu gece çok konuştum.. En derin denizleri kabarttım, en karanlık sırları aydınlattım ve konuştukça ağladım, ağladım, ağladım...

Devam edemiyorum. Yeni yeni aydınlanan gün gözlerimin canına okuyor.

She is the water in my hands.

This is the way, I'm losing my mind. Runnigh away, leaving everything behind.

I'll always be with you.

31 Mayıs 2011 Salı

Farewell.

Sana o hakaretleri etmeyip o yalanları söylemeseydim gidemeyecektim.

29 Mayıs 2011 Pazar

Değişim.

Ben lisedeyken her şey çok ilginçmiş, şimdi fark ettim.


Bir kere, ilişkilerde baskın olmak gibi bir kaidem yoktu, rahattım. Alttan alabiliyordum. Evet, insanı delirtecek kadar kıskançtım ama tahammül edebiliyordu insanlar bana.


Sevgilim hangi grubu seviyorsa o grubu ben de severdim mesela. Ya da sevdiği renkler bana da cazip gelmeye başlardı. Konuşma şekli bana da bulaşırdı.


Kim, benim sabrımı tüketti ?


Bu sorunun cevabını aslında çok iyi bildiğimi biliyorsunuz.


Sanırım şu an kim olduğumdan hoşlanmıyorum.


Bu arada, yarın benim doğum günüm biliyor musunuz ?


Kutlamayacağım. Neden mi ?


Doğduğuma mutlu olduğumu size kim söyledi ?